27 Aralık 2012 Perşembe

  "Sevdiğin birini yitirince bir yanın onunla beraber kaybolur. Terk edilmiş hayaletli bir ev gibi buruk bir yalnızlığa esir olur, eksik kalırsın. İçinde bir sır gibi, giden sevgilinin yokluğunu taşırsın. Öyle bir yara ki üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin gene de canını yakar. Öyle bir yara ki iyileştiğinde bile kanar. Bir daha gülümsemeyeceğini, asla hafiflemeyeceğini sanırsın. Karanlıkta el yordamıyla ilerler gibi akar hayat... Önünü göremeden, yönünü bilemeden, sadece şu anı kurtararak.

  Gönlünün kandili sönmüş, zifiri gecede kalmışsındır. Ama işte ancak böyle durumlarda, yani iki göz birden karanlıkta kalınca, üçüncü bir göz açılır insanda. Kapanmayan bir göz. Ve ancak o zaman anlarsın ki bu elem sonsuza dek sürmeyecek. Hazandan sonra başka mevsimler de var, bu çölden geçince nice vadiler gelecek; bu ayrınlığın ardından da ebedi bir vuslat...

   Yeni kaybettiğin kişiyi manevi gözle her yerde görmeye başlarsın. Denize düşen katrede, dolunayla hareketlenen med-cezirde, esen her esintide ona rastlarsın. Kuma çizili remilde, güneşte parlayan kristal tanesinde, yeni doğmuş bebeğin tebessümünde, bileğinde atan nabzında onu seyredersin. Her yerde her şeyde onu görürken nasıl derim ki Şems gitti?"
(Elif Şafak, Aşk)

https://soundcloud.com/damla-vanel/jane-maryam

Bir aşk kurmuştu hayal dünyasında...
Aşkı çok büyüktü aslında, iki kişilikti. İki kocaman dünya... 

http://grooveshark.com/#!/s/Wish+You+Were+Here/4Zl0G3?src=5

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Yakar Top: Flamenko

Flamenko

Yürüdükçe vakurla, eteğin rüzgârından kırmızı notalar yayılıyor. Hesaplaşmanın tıkırtısı başlıyor Kastanyetlerde. Vücudunu saran siyah kadifeden isyanı dökülürken macho’nun, örtüyor üzerine dantela şalını hembra ve dilleniyor ayakları. Topukların yeri her öpüşünde, gözlerden yol bulan aşk'ın raksı, zemheri soğuklarını harlıyor. Küstah bir tebessüm beliriyor kırmızı dudakta, el kaldıran kaşıyla. Vuruşurken duyguların en ham halleri, yılan kıvrılmalarına saklanmış karanlık yollarda yürüyorlar sağa sola, ileri geri. Öfkeleri, burun kanatlarında bir kabarıp bir sönse de, kavranmayı bekliyor yine davetkârlığında ince bir bel. Bazen eğilirken baş,  göğüs kabararak barikat kurar, yenilgi dehlizlerinde yuvarlanmalara karşı. Tutunup, yaklaşıyorlar aşk’ın hüzün bahçesine, sabah rüyadan uyanacak olsalar da. Kastanyetlerin tıkırtısı hafiflerken, öfkeleri diniyor, saat duruyor. Hembra’nın gülü düşüyor saçından, ayaklarının dibine. Macho eğilirken güle, dinginleşiyor tüm duygular.
(İsra Doğan )

10 Temmuz 2012 Salı

Gözbebeği

"İnsanlarda yuvarlak, hayvanların çoğunda ise dikine elips biçiminde olan gözbebeğinin çapı, irise gelen ışığın miktarına göre değişir. Karanlık ve uzaklık büyütür gözbebeğini; aydınlık ve yakınlık küçültür. Yani bu kararsız çember, ışık varsa küçülür, ışık yoksa büyür.Yakına bakarken de küçüldüğüne göre, yakın olan aydınlıktır, aydınlıktadır. Uzağın payına karanlık düşer.
Aşık olunca da büyür gözbebeği; demek ki aşık olunan hep uzaktadır. Aradaki mesafenin verdiği acıyı azaltmak için, maşuka "gözbebeğim" diye hitap edilir."
(Elif Şafak, Mahrem)

6 Mayıs 2012 Pazar

Ithaka


İthaka'ya doğru yola çıktığın zaman
dile ki uzun sürsün yolculuğun,
serüven dolu, bilgi dolu olsun.
Ne lestrigonlardan kork,
ne kikloplardan, ne de öfkeli Poseidon'dan.
Bunların hiçbiri çıkmaz karşına,
düşlerin yüceyse, gövdeni ve ruhunu
ince bir heyecan sarmışsa eğer.
Ne Lestrigonlara rastlarsın,
ne Kikloplara, ne azgın Poseidon'a,
onları sen kendi ruhunda taşımadıkça,
kendi ruhun onları dikmedikçe karşına.

Dile ki uzun sürsün yolun.
Nice yaz sabahları olsun,
eşsiz bir sevinç ve mutluluk içinde
önceden hiç görmediğin limanlara girdiğin!
Durup Fenike'nin çarşılarında
eşi benzeri olmayan mallar al,
sedefle mercan, abanozla kehribar,
ve her türlü başdöndürücü kokular;
bu başdöndürücü kokulardan al alabildiğin kadar;
nice Mısır şehirlerine uğra,
ne öğrenebilirsen öğrenmeye bak bilgelerinden.

Hiç aklından çıkarma İthaka'yı.
Oraya varmak senin başlıca yazgın.
Ama yolculuğu tez bitirmeye kalkma sakın.
Varsın yıllarca sürsün, daha iyi;
sonundakocamış biri olarak demir at adana,
yol boyunca kazandığın bunca şeylerle zengin,
İthaka'nın sana zenginlik vermesini ummadan.
Sana bu güzel yolculuğu verdi İthaka.
O olmasa, yola hiç çıkmayacaktın.
Ama sana verecek bir şeyi yok bundan başka.

Onu yoksul buluyorsan, aldanmış sanma kendini.
Geçtiğin bunca deneyden sonra öyle bilgeleştin ki,
Artık elbet biliyorsundur ne anlama geldiğini
İthakaların.

(Çeviren: Cevat Çapan)
Konstantin Kavafis

4 Mart 2012 Pazar

ayak sesleri

Merdivenlerden yukarı doğru çıkan ayak seslerini duyuyorum. Ses yaklaştıkça yüreğim koşmaya başlıyor. Kendimi kapının önünde buluveriyorum koşuşan yürekle. Gözüm gözetleme deliğinde. sen yoksun!.. Şimdi ayaklarının merdivenleri çıkan sesi gitmiyor kulaklarımdan. Ve sana koşmalarım hiç soluklanmıyor...Soluklanmadan özlemlere sarılıyor!..

29 Şubat 2012 Çarşamba

biraz değiştim

biraz değiştim,
her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…
değiştim…

unutamadığım sözlerinin arasında sıkışıyorum,
bir yanım kendimi kolluyor bir yanım seni
ben benimle savaşıyorum,
seninle değil…

sonucu kılıcı kuşananından belli olan bir savaşın,
ne kazanabileni ne de kaybedeniyim…
sorun değil…

elbet alışırım…
biraz alıştım.
her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…

alıştım!
varlığını istemediğim tüm eksik yanları
ve çokluğunu da, yokluğunu da istemediğim
iki arada bir derede duyguya alışıyorum…
bir yanım bırak diyor bir yanım -ma
kesin değil! henüz tanıştık…
her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…

tanıdığımı sandığım bana daha yakınım artık
duvarlara anlatırken öğrendiklerim kendi hakkımda
ve aynalarda ağlarken gördüklerim kendi tarafımda
bir yanım memnun oldum diyor,
bir yanım tanıyamadım daha
samimi değil…
bir hayli kırıldım…
her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…

canıma batan her halin felç gibi indi bedenime
gözlerimden tut da ciğerlerime kadar kırgınım…
aslında ne sana, ne olanlara…
kendime kırgınım!..
maziye hiç değil, âna kırgınım
anlatamadığım, anlayamadığım masalların bana yaptıklarına
dinlediğim şarkılarda bana seni anımsatan şarkıcılara
beni anladığın kelimelerin bana her şeyi anlatıyor gibi geliyor oluşuna
bir hayli kırgınım…
beni ben kırdım oysa…
iyi değilim.

galiba yoruldum…
her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…

kalbime, kalbimi kanıtlamaktan
ve kanıtladığıma kendimi inandırmaktan
ve dahası kocaman bir sahada tek başına koşmaktan yoruldum
aslında ne pişmanım ne de pes ediyorum!..
sadece beni kaybettikçe seni kaybediyorum.
şu kalp denen, beni bana sorgulatıyor artık
ki seni sorgulamamasını nasıl beklerim?!..

toprağa bakan yanım senden zaten ayrı
sana bakan yanımsa toprakla aynı
hıh! ne yaparsan yap, gördüğünün seni görmesini bekleyemezsin!

gözlerim yorgun…
dudaklarım, dudaklarım hissiz…
dokunulmadan geçen yıllar bana ağır…
sarılmadan geçip giden uğurlamaların, kavuşmaları hep beklentisiz
söyleyemediklerini söylesen de şimdi
sesine aşina yanım, onca sessizlikten sonra artık sağır!
isteyerek değil…
çok çalıştım

paylaştığımız hayatımızda bıraktığın onca üstü kapalı git izine
beni yerle bir eden kendince açık olan her tepkiye
ve bence bana tanımadığım bir adamı göstermene rağmen
daha önce de gitmiştim…
çok çalıştım…
paylaştığımız hayatımızda bıraktığın onca üstü kapalı git izine
beni yerle bir eden kendince açık olan her tepkine
ve bende bana tanımadığım bir adamı göstermene rağmen
gitmek için, bitmek için, sana huzur vermek için
çok çalıştım…

daha önce de gitmiştim…
kendi isteğimle…
anladım ki daha önce sevmemiştim!

çok çalıştım inan
değişen yanımın aslında hep aynı olduğunu göstermeye
her defasında daha da tozlanan canımı kırmadan korumaya
ve alışmaya kendime…
bu göz gözü görmez dumanlı halime
çok alışmaya çalıştım hem de…

tanıştım seninle doğan yanımla da, ölen yanımla da
birini yaşattım! yaşatıyorum da hala
ama diğerinin ölmesine engel olamıyorum da
yorulmak, dinlenmekten geçmiyor
an be an çöküyor, insanın içindeki güç
işığı sönüyor…
beyaza dönüyor rengi git gide
hissizleşiyor…

ne yormak istedim seni,
ne de yormak kendimi
çok çalıştım
gitmeye de kalmaya da…
ikisi de aynı acı, ikisi de rezil
daha önce de gitmiştim
ama böyle kalarak değil
böyle kalarak değil

can yücel

editted by: çisel onat

22 Şubat 2012 Çarşamba

O Olmazsa Yaşayamam

O olmazsa yaşayamam
O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle O daha az sever seni, 
Senin O'nu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin. 
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir Şeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, 
Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın.
Ucundan tutarak...

Can YÜCEL