23 Kasım 2011 Çarşamba

Gidersen

 o    Uzaklardaki bir çiçek bahçesinin kökleri en sağlam çiçeğisin sen...
Onlarca çiçek arasından seni bulabilirim evet,
 
Hatta daha fazla isteyebilirim.
 
Daha fazla rengini...

En derin denizde yüzebilirim,
Dünyayı kurtarmak bile isteyebilirim...
Dalgaları kırdığımız ve bir deniz yumuşakçasını ölümden kurtardığımız zaman...
Özgürleştiğimiz zaman!..

Beni uyandırmanı umuyorum, herhangi bir neden için işte...
Sıfırdan başlamayı umuyorum. .
Seni bekliyorum.
Hadi sevdir kendini...

Sana neden insanoğlu savaşı icat etti diye soruyorum...
Ve soruyorum daha bir sürü ciddi şey...
Ardından sadece bana dokunuyorsun.
Bir sıcaklık değiyor tenime...

Nereye gidiyoruz diye soruyorum koşarken bu defa sana.
Gülümsüyorsun!..
İstiyorsan,
Bir planım var diyorum.
Sadece yürüyelim.
Eğer güneş batarsa,
Kimin umurunda...
Eğer güneş batarsa,
Kalbine ulaşmam yeterli diyorsun bana...

Eğer sen gidersen,
Çıkışı olmayan bu sokakta öylece kalacağım...

Eğer ben gelmezsem,
Geç kalmışsam,
Bir engel vardır mutlaka.
Soyulmuşumdur,
Yasaklı işlere bulaşmışımdır,
Zamanı sorgulamışımdır...

Gerçeği istiyorsan;
ihtiyacım olan,
Gökyüzüne doğacak dolunay,
Seni bilen bulutlar,
Sana aşık olmam için “umutlarını” kulağıma mırıldamış kedin,
Ve sır odalarının kırılmış anahtarları...
Yaklaş bana,
Çok yakın ama...
Yüzüme bak,
ve gülümse...
Eğer bunu yapmazsan,
ben anlayamam...

Uyandırma Servisi

Anlatılmak istenen çok şey var artık!.. Görülmesi son derece elzem olmuş gerçekleri doğuran ve bu acımasız gidiş hata karşı koymayışın, susmanın imkansızlaştığı günler yaşıyoruz. Tek bir gün geçmiyor ki kötü bir haberle uyanmayalım. Artık konuşmak zamanı, apolitik olmaktan,  vitrinlerden, reklamlardan, dizilerden, arkadaşlarla gidilen mekanlardan, yenilen içilen menülerden, görülen filmlerden ve hatta sizi günün karamsarlığından alıkoyacak güldürü videoları izleme alışkanlıklarınızdan sıyrılma zamanı!!!.. Çünkü yaşananlar masal değil, gerçek. Ve öyle ki bu hakikat, bilinmeyen gelecekteki o olası karanlık günleri kesinleştirecek kadar katı ve kararlı!!
Aldığımız her şehit haberinde yüreklerimizin burkulması, teröre hep aynı laneti savurmamız ve hatta sosyal medyada terör karşıtı propagandalar dahi yapmamız, o gencecik yiğitlerin körpecik vücutlarından çoktan sıyrılıp gitmiş ruhlarına sadece savaşmalarını (yeterli savunma eğitimi almadan) emreden militarist zihniyete karşı çıktığımız anlamına gelmiyor ne yazık ki.  Buna karşı gelecek kadar yürekli olabilseydik keşke.
Yürekleri burkan deprem kayıpları için yardımlar yapmak, paralar toplamak gibi ehemmiyet teşkil eden vatandaşlık vazifeleri, ölen insanları geri getirmiyor, geride kalanları teselli etmeye yetmiyor ve bir sonraki depremde hangimizin o 20cmlik boşluktan yardım eli bekleyeceğimiz endişesini akıllardan silmiyor, toplanan deprem vergilerini başka amaçlara kullanan bir yönetim, denetimsiz imar sistemi uygulayan belediyeler, yönetmeliğe uymayan yapı üreticileri, kontrolsüz oturma izinleri veren yetkililer ve cüzdanları şişman müteahhit amcalar olduğu sürece...
Küçük çocukların (kız ya da erkek) cinsel istismara, tecavüze uğramalarına “kendi rızası” diye karar veren sözde yargı organının yarın sizin için de haksız kararlar almayacağı ne malum. Ahlak, terbiye yobazlarının yıllardır kadınları diri diri toprağın altına gömmeleri yetmiyormuş gibi sözde rasyonel, aklı başında olması gereken hukukun bu cühelalığı yapması ne menem bir ayıp!.
1971 mart balyoz operasyonu ile demokrasiyi çoktan kaybetmiş, 1980 darbesi ile insan haklarını çiğnemiş ve hatta insanları koyuna çevirmiş zayiatçı zihniyet bugün yine aynı zarar ziyancı propagandasına devam etmekteyken daha ne kadar susabiliriz. Ülkenin gencecik vücutları yine işkence görmeye devam ediyor. Bu defa da KCK’ dan içeriye alınıyor,  işkenceye maruz kalıyorlar. Sadece düşündükleri için, sistemi sorguladıkları ve senin benim haklarımızı savundukları için.
Herkesin apolitik konumundan sıyrılması gerekli, sizin her yerinize bulaştı çoktan taraf olmak.
Sadece derdi gücü İslam, takıntısı Kemalizm olan bir muhalefetle olacak iş değil bu. Darbelerle zarar görmüş, zenginlere peşkeş çeken; ülkeye yabancı sermayeyi doldurarak, toprakları parsel parsel satmış bir sistemle yönetilen; kendi kendini yönetmesine imkan verilmeyen; tam bağımsız, tam hür olamayan halkın profil resimlerini bayrak şölenine çevirerek, cumhuriyet bayramını kutlamalarıyla olacak iş de değil bu. Gözünüzü açın, hem de dört açın... Elinizden alacakları değerler henüz tam tükenmeden uyanın ve ne yapabilecekseniz yapın... Sömürülmeye, ezilmeye, acı çektirilmeye, koyun gibi güdülmeye, haklarınızın çiğnenmesine engel olmaya çalışın. Bunu nasıl yapacağınızı çok iyi biliyorsunuz. İnsanın en temel, hatta doğadan henüz ayrılamamış içgüdüsü olan “karşı koyma” eylemi zaten sizin içinizde.